31 Mayıs 2015 Pazar

ANNECİĞİM

Necip Fazıl KISAKÜREK


Ak saçlı başını alıp eline
Kara hülyalara dal anneciğim
O titrek kalbini bahtın yeline
Bir ince tüy gibi sal anneciğim


Sanma bir gün geçer bu karanlıklar
Gecenin ardında yine gece var
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim

Gözlerinde aksi bir derin hiçin
Kanadın yayılmış, çırpınmak için
Bu kış yolculuk var, diyorsa için
Beni de beraber al anneciğim

Necip Fazıl KISAKÜREK ile ilgili görsel sonucu

FATİHLER DOĞURACAK YAŞTASIN

 Arif Nihat ASYA

Arif Nihat ASYA ile ilgili görsel sonucu

Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek
Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek

Yürü, hâlâ ne diye oyunda oynaştasın 
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın

Sen ne geçebilirsin yardan, anadan, serden
Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın

Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini 
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini

Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın

Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Süleymandır
Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinandır
Haydi artık uyuyan destanını uyandır

Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan 
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasandan 

Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın

Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin 
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın

Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın 
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın

--------------------

AÇIKLAMA

Defterin 140 ve 141. Sayfalarındaki bu şiiri, Mustafa Koyuncu Hoca 11 Ağustos  1966  tarihinde defterine almıştır.

DELİLO

İHSAN FİKRET BİÇİCİ


Desem ki bu şehir Diyarbekir’dir
Adım, adım
Kapılarını ben çaldım 
Ben açtım kendi elimle
Sokaklarını sevgimle
Ben kurşunladım

Anlattım o’na rüyamı bir masal gibi
Dicle’den, Karajdağ’dan, Alipar’dan
Anadan
Babadan
Yardan
Bu kadarmış nasibi
Dicle, bağrı yaşlardan doğagelmiş bir nehir
İnceden, hafiften ağlayıp durur
Yılanlı, akrepli, sevdalı şehir
Hatırladıkça içim burkulur

Cinali bahçesinde, şöyle bir bahar,
Ya da mevsim yazdır, 
“Çay önünde karpuzlar”
“Mardinkapı şen olur,
Dibi değirmen olur…”

Değirmene inerken, yoluma rastladı yar,
“Hele yar, yar
Zalim yar, hain yar,
Hain yar
Mürüvvetsiz yar”

Rüzgarın başka eser
Çiçeğin başka kokar şimdi,
“Diyarbekir dolar dolar boşalır şimdi

De bırak ellerimi lo,
Delilo…
Başlar şimdi…
Davul dan! Dan vuruyor bak, oyuncular hazır.
Sana binlerce selam, güzel Diyarbakır…”


HAN DUVARLARI*

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL
-Osmanzade Hamdi Bey'e-

    Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
    Bir dakika araba yerinde durakladı

    Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar    
    Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar 
 
    Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya    
    Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya  
 
    İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık    
    Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık  
 
    Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı    
    Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları
    
    Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler    
    Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler    

    Ellerim takılırken rüzgârların saçına
    Asıldı arabamız bir dağın yamacına 
  
    Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık    
    Yalnız arabacının dudağında bir ıslık

    Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar
    Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar

    Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu   
    Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu 
   
    Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince
    Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince  
 
    Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
    Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi   

    Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
    Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine  
  
    Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali    
    Sonun da yokluktur diyor insana yolun hali 
   
    Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
    Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan 
   
    Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor    
    Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor 
   
    Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine    
    Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine

    Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan    
    Geçiyordu araba yola benzer bir sudan

    Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu    
    Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu

    Ağır ağır önümden geçti deve kervanı    
    Bir kenarda göründü beldenin viran hanı
    
    Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri    
    Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri

    Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya    
    Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya  
   
    Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı
    Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı

    Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor    
    Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor

    Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı    
    Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı

    Gitgide birer ayet gibi derinleştiler    
    Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler 
   
    Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı    
    Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı  
  
    Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler    
    Aygın baygın maniler, açık saçık resimler 
   
    Uykuya varmak için bu hazin günde, erken    
    Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
   
    Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı    
    Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı

    Ben garip çizgilerle uğraşırken başbaşa    
    Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa 
   
    "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan    
      Baba ocağından yar kucağından    
      Bir çiçek dermeden sevgi bağından    
      Huduttan hududa atılmışım ben   

    Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi
    Gözüm imza yerinde başka ad görmedi 
   
    Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş
    Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş 
  
    Araya gitti diye içlenme baharına   
    Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına

    Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
    Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk

    Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri    
    Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri

    Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor    
    Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor
    
    Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar    
    Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar

    Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz gitgide    
    İki dağ ortasında boğulan bir geçide

    Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden    
    Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden

    Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla   
    Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla

    Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
    Burada son fırtına son dalı kırıyordu

    Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla
    Savrulmaya başladı karlar etrafımızda

    Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü    
    Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü
   
    Gönlümde can verirken köye varmak emeli    
    Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!" 
   
    Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana    
    Biz menzile vararak atları çektik hana    

    Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş    
    Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş

    Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
    Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor

    Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
    Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri

    Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
    Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

    "Gönlümü çekse de yârin hayali    
      Aşmaya kudretim yetmez cibali    
      Yolcuyum bir kuru yaprak misali    
      Rüzgârın önüne katılmışım ben" 
   
    Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
    Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı

    Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde    
    Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde

    Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık
    Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık

    Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım
    Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım

    "Garibim namıma Kerem diyorlar    
      Aslı'mı el almış haram diyorlar    
      Hastayım derdime verem diyorlar    
      Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben" 
   
    Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
    Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında

    Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı
    Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı

    Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
    Post verenler yabanın hayduduna kurduna

    Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
    "Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"

    Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende
    Dedi:    
           "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"

    Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti
    Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti  
  
    Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi    
    Aradan yıllar geçti işte o günden beri    

    Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim    
    Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim

    Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar
    Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar

    Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
    Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları  

-----------------

AÇIKLAMA

Mustafa Koyuncu Hoca şiiri, ilkin 2 Mayıs  1963 tarihinde defterine almış, 8 Aralık 1993 tarihinde de güncellemiş ve ikinci defterine çekmiş.